Oca26
Category Archives: GEZMECE
Oca9
Belçika Günlükleri III Tournai
Belçika gezimizin bir başka ayağı olan Tournai’den merhaba.
Tournai mimarisi ile ve gezilecek müzelerinin çokluğu ile güzel bir Belçika şehri ve üstelik biz bu şehri bir günde bitiremedik ikinci bir kez daha gittik, ha ikincide bitirebildik mi dersen, hayır.
Şehre girerken biraz dışında arabayı bırakıp yürüyerek içlere doğru yol aldık, çok sevdiğim tren yollarını görmek beni mutlu etti.
Bir park içinde yer alan bu anıt oldukça güzeldi.
Her zamanki gibi güzel caddelerden geçtik.
İş makinesi ile uyumlu çocuk.
Yolumuz üzerinde bir iş yeri türlü türlü sürüngenle dolu, Mevlüde içeriye girmedi (Mevlüde sen bu fotoğrafa bakmaaaaa)
Eglise Saint-Brice’de Mevlüde’ye ayak üstü bir günah çıkarıyorum.
Bu heykelin onlarca fotoğrafını çektik, meleğin dedikodu yapar tarzda fısıldayışına bayıldım. Ki hatırladığım kadarıyla aslında erdemli olmak falan gibi bir şeyler anlatıyordu sanırım.
Tournai çok güzel ve hareketli bir şehir meydanına sahip şehrin sembollerinden Princesse Destinoy un heykeli var, eli baltalı, kılıçlı heybetli bir kadın pireMses değil yani, pirenses.
Grand Place çok güzel evet ama yanınızda Efekan gibi bir çocuk varsa yazın gidin siz oraya. Nedenine gelince meydanda yerden su fışkırtan fıskiyeler. Bir çocuğa göre süper eğlenceli şeyler olabilir bu fıskiyeler ama bir anneye göre soğuk hava ile bir araya gelince cıs. Efekan’ı su ile oynamamaya ikna edebilecek tek bir adam yok yeryüzünde tek yapılabilecek arada ciyaklama tonunda da olsa inatlaşmadan ayaklarını bari ıslatmamasını tembihlemek.
Ama Mevlüde’yle birlikteyseniz bir bakmışsınız O’da suyla oynamaya başlayıvermiş, işin yoksa bir daha ciyakla Mevlüde ayaklarını ıslatmaaaaaa.
The Belfry of Tournai Grand Place’da yer alan 72 metre yüksekliğinde 256 basamaktan oluşan Unesco Dünya Mirası Listesine alınmış bir çan kulesi, elbette kuleye tırmanmaktansa Mevlüde ile tam karşısındaki kafede birer kahve içmeyi tercih ettik biz, Koca kişisi ve Efekan ise tırmandılar.
Eglise Saint-Quentin hemen meydanda yer alan bir kilise.
Notre Dame Cathedral çok görkemli bir Katedral, restorasyonu devam eden bina ziyarete açık ve ayrıca kendi içinde çok zengin bir müzeye sahip.
Katedralden çıkıyoruz ve benim tüm üzerini ıslatma ciyaklamalarım sonucu Mevlüde Efekan’a bir kaç parça giysi almak için bir mağazada soluğu alıyor. Sürekli yağan yağmur ve yağmura aldırmadan oynayan bir çocuk söz konusu olunca gündüzleri geziyor akşamları önce Efekan’ın ıslattığı giysileri yıkıyor ardından kurutmaya atıyoruz. Ve benim dırdırıma artık Mevlüde de katlanamıyor.
Peki biz ne yapıyoruz gittiğimiz mağazada türk bisküvisi bulup onunla poz veriyoruz.
Pont des Trous ünlü bir köprü artık tarihi olan bu köprünün altından daha büyük gemiler geçebilsin diye yıkılması gerekmiş ve bir referandum yapılarak halka sorulmuş, halk daha büyük gemilerdense köprülerini yeylemiş. Köprü şu an kullanılmıyor sadece sembol bir bina olarak duruyor Pont des Fer gibi başka köprüler nehrin üzerinden geçiş için kullanılıyor.
Şehrin her binası aşık olmalık ve ara ara yağmur yağsada bulutlar aniden dağılabiliyor.
Musee du Folklore (Folklore Museum) ilk gün yetişemediğimiz ve çalışanlar tarafından giriş katını gezmemize izin verilen, ikinci gidişimizde ise kalan iki katını gezdiğimiz folklor müzesi. İçeride geçmişte kullanılmış çeşitli mobilya, alet edevat, kap kacak, araç hatta arabanın bile yer aldığı kocaman bir müze.
Ben ise direk dikiş malzemeleri ve o dönemin giysileri ile ilgili bölüme ışınlanıyorum.
Efekan kendine bir sınıf buluyor hemen.
Ve bu giysiler önünde takılıp kalıyorum.
Tournai’in en güzel yanı müzelerin bir kısmı bir birine çok yakın kompleks bir yapı içerisinde ve bu yapılardan biri de nikah salonu.
Musée d’Histoire naturelle & Vivarium çok görülmesi gereken bir müze değil bence. Doldurulmuş hayvanlardan oluşan geniş bir koleksiyonları var ki bu bizim için üzücü bir durum. Hele bir Ornitorenk’i böyle görmek.
Ardından müzenin bir kısmında sürüngenler ve balıkların yer aldığı bir bölüm ve ayrıca yine minerallerle ilgili bir koleksiyon yer alıyor.
Ziyaret etmek istediğimiz yerlerden biri de Musée de la tapisserie idi, Musee du Folklore’de yaptığımız geziyi sırf orayı da görebilmek adına hızlı bir biçimde bitirip bazı kısımlarını göremeden koşar adım müzeden çıktık ve Tapisserie’ye kadar tam anlamıyla koştuk ancak Dünya Kupasının azizliğine uğradık. Müze önündeki alana kurulan dev ekranlardan Belçika maçı veriliyordu ve tüm Tournai halkı orada idi hal böyle olunca o güne özel müze kapatılmıştı.
Bizde koşar adım Museum of Fine Arts (Musee des Beaux-Arts) a gittik.
Girişte bizim yaramazlar kendilerine eğlenecek bir şey bulmuştu bile.
Ne yazık ki üst katlar ziyarete kapalı idi giriş katta bulunan salonlarda nefes kesici tabloları görme şansına eriştik. Dünya gözü ile Monet, Van Gogh görme şansım oldu ve daha bir sürü değerli ressam ve sanatçı ama anladığım kadarıyla üst katta başka Van Gogh tabloları da varmış.
Tournai gezisinden bu kadar en kısa zamanda Bürüksel’de buluşmak üzere.
Fotoğraflar Samsung Note 2 cep telefonu ve Xiaomi aksiyon kamera ile çekilmiştir.
Kas1
Belçika Günlükleri II Bruges
Çikolatanın, dantelin ve kanalların rüya şehri.
Şehre Kruispoort isimli şehir kapısından yürüyerek şehre girdik.
Kapıdan geçince kanal boyu cennet parçası bu yeşil alanda biraz oynaşıp ördekleri besledik aslında sadece burada oturarak koca bir gün bile geçirilebilir ancak görmek istediğimiz çok yer var bu rüya şehirde ve tüm gün boyunca ara ara yağan bizi yoldan alıkoyan yağmur.
Mimari aşık olabileceğiniz cinsten.


Hediyelik eşya dükkanları oldukça renkli ve güzel. Rahibe işi de denilen danteller ve çikolata satılanlar çoğunlukta.
Kanal turları ile şehri kanaldan dolaşmak mümkün ancak yağan yağmur bizi bundan alıkoydu.
Şehirde bol miktarda özel müze var; bira, dantel, çikolata, işkence ve hatta patates kızartması için bile müze var. Ben açıkçası bu tarz müzelerin vitrin mankenli düzenlemelerinden çok hoşlanmıyorum daha ziyade sanat tarihi ya da etnografya tarzı müzeler daha bana göre.
Basilica of the Holy Blood ziyarete açık en güzel mekanlardan biri denilebilir.
Bizim ziyaretimiz esnasında bir ayin devam etmekte idi.
Şehir meydanı çok güzel.
Mevlüde bu kadına bayıldı, onun için bir fotoğrafını çekmek için koştum peşinden ama ancak uzaktan bir fotoğraf alabildim. Yaşlı kadınla tarzlarımız farklı olsa da gelecekte Mevlüde’de bende bu şekilde yaşlanırız sanırım :)))
Meydanda çok sayıda gezilebilecek mekan var, Müzeler, kiliseler.
Brügge çan kulesi.
Gotik mimarisi ile Provinciaal Hof.
Faytonlarla şehir turu yapabiliyorsunuz ama biz hayvanların bu şekilde kullanılmasına karşı olduğumuz için bunu yapmıyoruz.
Ayaküstü kahve molası.
Yine gezdiğimiz yerlerden biri Sint Salvators Kathedraal
Şehri dolaştıktan sonra yine Şehir kapısından çıkıyoruz.
Kapının üzerinde yer alan bu bronz kafatası dikkatimi çekti. Araştırdığımda zamanında şehir kapısını gizlice düşman askerlerine açan ve şehrin büyük kayıplar vermesine neden olan bir kişinin kafatasının bu noktaya asıldığını, ardından bir süre sonra bronz kopyası ile değiştirildiğini öğrendim.
Eyl17
Belçika Günlükleri I; Ath ve Lessines
Mevlüde ile bir kez kısacık buluşmuştuk da yetmemişti bana.
Sonra kendi kendimi davet ettirdim gel zaman git zaman.
Ardından da Kocakişisini davete icabet konusunda ikna ettim.
İnce ince çalıştım yani 🙂
Sonra birden bire oldu her şey, cidden, hani ben gitmek istiyordum gerçekten ve Mevlüde gel diyordu ama çok ihtimal vermiyordum yani. Bir Cuma günü hafta sonu için uçuş bileti buldum dedi Alper, o gün izin ayarlandı, o gün valiz hazırlandı o gün ertesi sabah uçmak üzere Antalya’ya geçildi.
Mevlüde ile havaalanında bir buluşamayışımız var ki; evlere şenlik, kabus, akılsız başın cezasını, artık sen ne dersen.
Prag’a giderken yurt dışı konuşma paketi satın almıştık abonesi olduğumuz GSM firmasından, ancak sadece bir kereliğine mahsus o da bir dakikayı bulmayan bir süre kullanınca bu kez yurt dışı kullanıma açtırmak daha mantıklı geldi bize ve yola çıkmadan bir kaç saat önce GSM firmasına kısa mesaj atarak yurt dışı dolaşıma açtırdık telefonları (ya da biz öyle sandık, ha neden kapalıydı dolaşım derseniz zaman zaman yedi kilometre ötemizdeki Meis Adası nedeniyle Yunan Şebekesine geçen telefonlarımız yüzünden derim).
Hattın dolaşıma açıldığına dair onay mesajı da geldi telefonlarımıza ancak Brüksel Havaalanında telefonu açıp kullanmaya kalktığımda Fransızca konuşan kadının ne dediğini anlayamamış ama hatla ilgili bir aksilik olduğunu anlamıştım. Velhasıl kelam biraz olaylı oldu buluşmamız.
Bizi Brüksel’den alan Mevlüde arabasına attığı gibi Ath’a şatosuna götürdü.
Kocaman güzel bir çiftlikte yaşıyor Mevlüde’ler ve bahçeleri Nedim abinin klasik otoları ile dolu.
Çevresi tamamen açık yemyeşil bir yer, yakınlarındaki evler genelde çiftlik evi tarzı, şehre yaklaştıkça sevimli çatıları ile genelde bir katlı bakımlı bahçeleri olan evler görüyoruz.
Güneşin 22:30 gibi batmaya başladığı bu topraklarda gün saat 04:00 gibi ağarıyor yani günün uzun bölümünde gün ışığı var ama güneş kendini çok az göstertiyor yine günün büyük bir kısmında yağmur var. Yağmur genel olarak yavaş yavaş yağıyor da Allah’tan gezmeye çok engel olmuyor, sağanağa dönüştüğü vakit de bir saçak altı arıyor insan 🙂
Ath ciddi anlamda yaşamayı düşünebileceğiniz bir yer, ya da benim düşünebileceğim.
Ucu bucağı görünmeyen tarlalar var mesela inekler sonra, gözünüzün alabileceği her yer yeşil ve mimari çevreye saygılı. Ben daha başka sadece güneş isterim sanrım yaşayacağım yerde o da orada yok ama kadı kızında da o kadar kusur olur.
Yürüyerek geziyoruz ilk önce yakın çevreyi.
Bu çiftliğin yetiştirdiği hayvanlar çok ilginç mesela.
Çantamda kalan Ankara Simidi ile tanıştırdık lamaları ve çok sevdiler.
Patates tarlaları,
Buğday tarlaları,
Tanrım yeşil çok güzel, teşekkürler.
Ath ve Lessines bir birine çokyakın iki şehir ve aslında Mevlüdelerin evi bu iki şehrin arasındaki bir bölgede o yüzden bu yazıda her iki yerleşim alanında da fotoğraflar kullanacağım.
Şehir merkezleri bile inanılmaz yeşil, düzenli, sakin.
Bu heykellere ise Efekan’la birlikte bayıldık.
Burbant Kulesi, Saint-Julien Kilisesi çan kulesi, kale kalıntılarının da içinde yer aldığı bu kompleks yapı belediyeye ait ve hemen solunda bir binada belediyeye ait bir dikim evi var, bu dikim evi belli günler açılıyor ve siz dikmek istediğiniz şeyi götürüp oradaki dikiş makinelerinden ücretsiz yararlanıyorsunuz. Tam bir terzi rüyası yani.
Gezerken benim kadın çılgınlaştırıcı olarak nitelendirdiğim bir mağazayada götürdü Mevlüde bizi. Oradaki onlarca, yüzlerce, binlerce güzel objeyi bırakıp bir kaç baskı kalıbı ile çıkmayı başardım ki bence eve geri el bagajı ile dönme inadımı size söylememişim gibi davranıp beni kutlamalısınız.

Çok sayıda mağaza dolaştık elbette ancak içlerinden bir de pazar fotoğrafı paylaşmak istiyorum zira bu çiçekçiyi sevdim.
Marketlerin girişinde kocaman duyuru panoları var ve orada kiralık evden, satılık eşyaya, ev arkadaşı arayanlardan, bakıcılık ilanlarına çeşit çeşit ilan vardı ancak bu seyyar terzi ilanı benim gönlümü çaldı.
En kısa zamanda Mevlüde ile Belçika fatihleri yazı dizisinin başka bir yazısında görüşmek üzere, sağlıcakla.
Tem12
Tınaztepe Mağarası
Türkiye’nin birinci, Dünyanın üçüncü büyük mağarası, Seydişehir İlçesi, Gidengelmez dağlarının eteğinde yer alan 230 milyon yıllık bir süreçte oluştuğu tahmin edilen mağara 22 km uzunluğunda olup 1580 metrelik bölümü ziyaretçilerin gezebilmesi için düzenlenmiş. Mağaraya giriş ücretli kişi başı 7,5 lira.
Mağaranın tavan ve yanlarındaki çatlaklardan sızan kar ve yağmur sularının oluşturduğu travertenler, sarkıt-dikitler ve suların zeminde oluşturduğu gölcüklerle ışıklandırma ile tam bir görsel şölene dönüştürülmüş.
Tahta köprüler ile gezilebilen bölümün sonunda 35 metre derinliğinde olduğu söylenen bir gölet bulunmakta.
Her şey çok güzel değil elbette, insan oğlunun ardında bir iz bırakma çabasını anlamak mümkün değil hele bu iz böylesine çirkinse.
Haz29
Konya Gezisi; Kelebekler Vadisi
Konya’da çocuklarınızı hem eğlenmeleri hem de bir şeyler öğrenmeleri için rahatlıkla götürebileceğiniz mekanlardan birinden bahsetmek istiyorum sizlere.
Kelebekler Vadisi;
Pazartesi günleri hariç her gün 10:00-18:00 saatleri hariç hizmet veren sergi alanının giriş ücreti yetişkin 7,5 öğrenci 5 tl olarak belirlenmiş.
3500 m2’lik gezi alanı içinde 1.600 m2’lik bir alanda kelebeklerin uçtuğu 15 tür kelebeğe doğal yaşam alanı sunan bahçede 98 türe ait 20.000 adet bitki bulunmakta. Kelebekler kendi nektar bitkileri etrafında uçarken gözlenebilmekte ve ayrıca böcek müzesi gezilebilmekte ve mini sinema salonunda böcekler ve kelebeklerle ilgili animasyonlar izlenebilmekte.
Malezya’dan pupa olarak gelen Kelebeklerin Konya’da yaşayabilmeleri için sıcaklığın yaz kış 26 (±1) derece ve nem oranının ise yüzde 80 (±5) olması gerekiyor sıcaklık ve nem oldukça yüksek, özellikle soğuk havalarda gidecekseniz içeride rahat dolaşabilmek için içinize ince bir şeyler giymelisiniz.
Gezi boyunca size eşlik eden rehberler var ve size kelebekler, yaşam döngüleri ve diğer konular hakkında bilgi verirken çeşitli çiçekler yapay şelaleler ve havuzların içinde nilüferlerin yer aldığı mekanda ağları ile yakaladıkları kelebekleri ara ara bulunduğunuz alana getirip salıvererek tam bir görsel şölen yaşatıyorlar.
Bahçe Mavi Morpho Kelebeği, Cam Kanatlı Kelebek ve Dantel Kanat gibi türler dışında hangi türlere ev sahipliği yaptığını merak ediyorsanız buradan bakabilirsiniz.
Ve giderken fotoğraf makinenizi yanınıza almayı sakın unutmayın.
Daha önceden randevu alırsanız çocuğunuz için Doğa Eğitim Programlarından birini de ayarlamanız mümkün.
Böcek Müzesi,
Kelebeklerin pupadan çıkışını gözlemleyebileceğiniz kafesler,
Etrafınızda uçuşan parmaklarınıza konan kelebekler,
Ve papağanlar
May25
Prag III ve Son
Son gün Sabah 6:00 Koca kişisi ile yataktan fırlayarak çıkıyoruz Efekan’ı arkadaşlarımızla birlikte evde uyur vaziyette bırakıp gezemediğimiz yerleri gezmek amaç.
İlk Durak Stare Mesto’nun en önemli parçalarından ve şehrin önemli süslerinden birisi Karluv Most (Charles Köprüsü) ve kulesi. 14.YY’da IV.Charles tarafından yaptırılan köprüye ilk heykel de 1683 yılında dikilmiş. St. John heykelinin ardından zamanla 21 heykel daha köprüdeki yerlerini almış.
Köprünün diğer ucunda ise daha ufak iki kuleden oluşan yeni bir kapı köprüyü karşı yakaya bağlıyor. Köprüde güneşi doğuruyor serin ama güzel bir sabahı karşılıyoruz. Prag’da geçirdiğimiz 4 günün en güneşli günü son günümüz oluyor zaman zaman yağışla bizi ağırlayan Prag güneşle uğurluyor.
Ardından ver elini Stare Mesto Meydanı.
Meydanda kendimize kahvaltı yapacak bir yer arıyoruz çok bilindik bir kahveci dışında saat 10:00 dan önce açan bir kafe bulamıyoruz. Halbuki bu Çekler saat sabahın 6:00 sı gibi acele acele bir yerlere yetişmeye çalışırken çok aceleleri olduğunu ve cevap veremeyeceklerini dillerinden olmasa da el kol hareketlerinden anlıyorsunuz da bütün her yer 10:00 da açılırken peki bu insanlar nereye yetişiyor anlamakta zorluk çekiyorum.
Aziz Niklaus Kilisesi Prag’da yer alan küçük ama önemli bir kilise. Barok süslemeleri ile dikkat çeken bu kilise, Mala Strana’ya hakim bir konumda ve yeşil kubbesi ile nefis bir yapı, gerçi burada bütün yapılar nefis o ayrı. 18. yüzyılda Cizvitlerin yaptığı bu yapıda Aziz Nicholas’ın tasvir edildiği fresk, 18. yüzyıldan kalma vaiz kürsüsü, yan şapellerde yer alan altar panoları, Franz Palko’nun kubbe freski, Ignaz Platzer’in “Kilise Babalarının Heykelleri”, John Frederick Kohl’un yaptığı ön cephesi görülmeye değerdir. Aziz Niklaus Kilisesi, bir dönem Mozart’ın org çaldığı yer olarak da bilinir.
Meydanda yer alan 14.YY’da inşa edilen Tyn Kilisesi eşsiz güzellikteki iki kulesi ile meydanın manzarasının önemli bir kısmını oluşturuyor. Tyn Kilisesi Protestan Kilise imiş ve şehre gelen yabancılar için inşa edilmiş. Çek Cumhuriyetinin %60 ı nın Ateist olduğu söyleniyor ve ibadethaneler turistik de olsa çok iyi korunmuş vaziyette. Tyn Kilisesi‘nin kuleleri 80 metre uzunluğundaymış ve gerçekten çok ihtişamlılar. Meşhur Disney şatosunun Tyn Kilisesinden ilham alınarak çizildiği söyleniyor, kilisenin akşam ışıklandırılması da çok güzel. Tyn Kilisesi her gün 10:00-13:00 ve 15:00-17:00 saatleri arasında açık. Ve gezmenizi özellikle öneririm biz sabah saat 8:00 gibi kapısına dayanıyoruz ve içeriye giremeyince açılış saatine kadar başka yerleri gezmek için oradan ayrılıyoruz. Tyn’in içinden görüntüler yok çünkü fotoğraf çekmek yasak.
Kilisenin hemen yanında bulunan galerinin kapısına dayanıyoruz bekçi galerinin saat 9:00 da açılacağını söylüyor ve 9:00 da gittiğimizde ise saat 10:00 deniliyor kapıdaki minicik açılış kapanış saatleri tabelasını ise sonra görüyoruz. Tyn ise kesinlikle beklemeye ve gezmeye değer. Ancak Dali ve Andy Warhol eserlerinin yer aldığı galeriyi uçuş saatimiz yaklaştığı için gezemiyoruz. Girişte bizi karşılayan güzel resimlerden birini paylaşabiliyorum sizinle ancak.
Son gün panikle almamız gereken hediyelikler ve kendimiz için düşündüğümüz emayeler için bir o sokağa bir bu sokağa koşuyoruz ve evet tüm hediyelik eşya dükkanları 10:00 da açılıyor.
Eski şehir meydanı çevresinde her yer hediyelik eşya dükkanı, eşe dosta nereden hediye alacağım gibi bir sıkıntıya düşmenize gerek yok yani. Hediyelikler genel olarak neredeyse her yerde aynı para mesela magnetler ortalama 100 kron, kupalar 200 – 250 kron, anahtarlıklar da yine 100-200 kron arası değişiyor.Emaye hediyelik eşyalar çok daha yüksek fiyatlara sahip ama oldukça güzeller mesela küçük bir emaye tencere 600 kron gibi. Yine şehir meydanına çok yakın bir noktada yan yana küçük ahşap büfelerden oluşan hediyelik eşyacılarda çok güzel emaye takılar varken onu mu alsam bunu mu? diye karar veremeyip son günde biz oradan ayrılırken henüz o dükkanlar açılmadığı için alamadığım kedili küpelerde bir sonraki geziye kalsın artık Kutna Hora gibi. Çek para birimi Koruna’ya gelince, 1 TL 10 Koruna (CZK) ediyor, hesaplaması kolay.
Yalnız Tyn kilisesine en yakın noktada Galerinin hemen sağ tarafında bulunan hediyelik eşyacıdan alışveriş yapmanızı hiç mi hiç tavsiye etmiyorum zira tam bir Türk düşmanı olduğunu bize açık bir şekilde belli etti.
Ve Meydanda bizi her zaman karşılayan Astronomik saati bir de güneşli havada görmek çok güzel.
Saatin hemen yanındaki binanın girişinin tavan süslemeleri.
Koşarak eve gidiyoruz valizlerimizi alıp bir an önce Havaalanına geçebilmek için.
Havaalanına ulaşım için bu kez önce metro ardından otobüsü kullanıyoruz.
Havaalanına ulaşıp check inlerimizi yapıp Efekan’la Çekce bir çocuk dergisi alıp içinden çıkanlarla eğleniyor, şımarıyor uçuş saatimizi bekliyoruz.
Uçağa geçtikten sonra bir türlü kalkamıyor ve en sonunda Pilotun anonsu ile İstanbul’un yağmur kıyamet olduğunu o yüzden bir süre daha kalkamayacağımızı öğreniyoruz, uçak içinde bir saati aşkın bekledikten sonra da İstanbul Tekirdağ arası 2 saatten fazla gidip geliyor daireler çiziyoruz kule bize iniş izni versin diye sonuç aslında ucu ucuna yetişebileceğimiz Antalya aktarmamız bir sonraki uçuş olan sabahın 3 üne aktarılmış ve bize inişte hiç bir bilgi verilmediği için dış hatlardan iç hatlara uzanan o saçma koridorlarda düşe kalka koşmalarımızın hepsi boşuna oluyor. 1 saat Prag Havaalanında fazladan 2 saat havada ve en son 4 saat İstanbul Atatürk Havaalanında mahsur kalıp Antalya’ya indiğimizde ise yağmurdan ıslanmış ve çekçeği kırılmış valizimiz yolculuğun bonusu oluyor.
Bir sonraki gezi yazısında buluşmak üzere baş baş.
May16
Karlovy Vary
Prag’a yaklaşık 2 saat mesafede olan Karlovy Vary bir kaplıca şehri şehre turlar düzenleniyor ancak biz otobüs bileti alarak kendimiz gittik peki çok gerekli mi Karlovy Vary’ye gitmek eğer kaplıcaya girme düşünceniz yoksa hayır.
Çok güzel binaların olduğu bir kaplıca şehri sizi karşılıyor ancak Prag’da çok güzel binaların olduğu bir şehir. Zaten öyle büyülü bir hava var ki caddelerde dolaşırken bütün binalar güzel ve siz hangisini fotoğraflayacağınızı şaşırıyorsunuz binanın ihtişamından orayı özel bir yapı sanıyorsunuz kapısına vardığınızda ofislerin olduğu bir bina çıkabiliyor o görkemli yapı.
Karlovy Vary özellikle porselen ve cam zanaatının gelişmiş olduğu bir şehir sokaklarda kaplıca sularının aktığı küçük çeşmeler yapmışlar ve bu çeşmelerden sürekli ortalama 60ºC sular akıyor. Sular çok sıcak olduğu için elle dokunmak biraz zor oluyor, bu yüzden turistik pipetli porselen bardaklar yapmışlar hediye almak için bu bardaklar güzel birer seçenek.
Atlı faytonlarla turlar düzenleniyor ama siz binmeyin!
Şehrin ortasından geçen ve “sıcak” anlamına gelen Tepla Nehri’nin iki kenarındaki Art Nouveau tarzı güzel binalar bulunuyor.
Vinçle uyumlu çocuk yaptım adlı çalışmam.
Zaman.
He gülüm he guzum sizin de olaydı toki gibi bi kurumunuz görürdüm ben sizi.
Sarı sana çok yakışmış, ben de çok severim zaten biliyor musun?
Yolda bir minik Efekan.
Köhne ihtişam.
Bir bulaşsam kendimi alamazdım, biliyorum.
Atatürk sıcak su kaynakları olduğu için bu şehirde 3 ay kadar kalmış ve sonrasında Yalova’da ki şifalı suların kaplıca haline getirilmesini de burada geçirdiği zamanlardan dolayı istemiş deniliyor.
Aynı otelde başka ünlülerde kalmış.
2006 yılında Casino Royal filminin çekildiği Grandhotel Pupp’ı görmek mümkün, açıkcası benim çok ilgimi çekmedi.
Karlovy Vary, Kral 4. Karl tarafından avlanırken keşfedilmiş. Kralın avladığı bir geyiği getirmek için koşan köpeğin düştüğü suda çığlık atmasından şüphelenen kral, elindeki borazanla yaverlerini çağırmış ve köpeği yüksek derecedeki sıcaklıktaki kaynar sudan çıkarttırmış. Böylece 1370 yılında kral tarafından keşfedilmiş hal böyle olunca buraya gelmişken şu geyik eti neye benzer bakmak gerek diye düşünüp gulaş yedim ben, gayet iyiydi tavsiye edebilirim.
Ayrıca Becherovka adındaki Karlovy Vary kökenli “milli içkileri” bitkisel aromalı bir likör. Her yerde kolayca bulabilirsiniz. Bana sorarsanız lezzetsiz, ama denemeye değer.
Ben yeme içme resmi yerine güzel bir parkın resmini paylaşayım daha iyi.
St. Peter ve Paul Orthodox Kilisesi yolunda giderken bir balmumu müzesi daha bulduk, ama şöyle bir içeriye göz gezdirdik içeriye girmeye değmez bence.
St. Peter ve Paul Orthodox Kilisesi şehrin görülebilecek güzel yapılarından olsa da biz gittiğimizde bakımdaydı.
Hristiyanlık, Musevilik ve Müslümanlığı barış içinde gösteren bir anıtmış bu, evler desen şahane. tamam o halde dün bize gülümseyen kadın, bu gün yol tarif etmek için yoldan dönen kadın ve restorantda zevkle servis yapan o tatlı kadın hatrına Çeklerin tüm soğuk tavırlarını görmezden gelebilirim bu seferlik.
Sokak sanatı burada da çok yaygın.
Karlovy Vary bizi yağmurla karşıladı karla uğurladı.
Kar mı yağıyor? Ee ne duruyorsun ağzını kocaman aç ve başını göğe doğru kaldır, karın tadını çıkarmak diyorlar ya hani asıl böyle oluyor o.
Kar yağdı, ıslandık, Efekan suya mı basmış ne? ayakları ıslanmış, çoraplarımı çıkarıp ona giydirdim sonra da ayağına poşet geçirip botlarını giydirdim. eve gelinceye kadar sordu ayağın üşüyor mu? diye. Üşümedi. Sonra uyumak istemiş benimle, üşümüş, hem gezmek için geri dışarıya çıkmayalım mış. Son gecemiz dedim. Hani benim için her şeyi yapardın dedi, yaptım. Uyuyor şimdi, sırt sırta verdik. Diline kar konarken eğlenmiş ama.
May10
Prag II
2. Gün yatakta bir minik yorgun.
Kaleye ve dolayısıyla Kafka’nın evine gitmek için yola çıkıyoruz.
Sokaklar sanat dolu, bu mozaik objeler bir açık hava sergi.
Aynı zamanda şemsiyeleri ile tepemizde sallanan bu insanlarda, burada sokaklar büyülü ve büyüleyici.
Bazen yorulduğumuz oluyor tabi.
Bir sinagogun önünden geçiyoruz. Daha sonra dönüşte bakacağımızı düşünüyoruz, acelemiz var ama bir daha burayı gezmek için dönemiyoruz.
Adını bilmediğim bu kiliseyi gezmek isterken önce grup ve rehber olmadan gezemeyeceğimiz cevabını alıyoruz ardından anı hediyeliklerinden alınca izni koparıp içeriye dalıyoruz.
Kimin heykeli aklımda kalmasa da bizi etkileyen kısım Darth Wader’a benzemesiydi zaten 🙂
Bu şehirde her bina istisnasız güzel.
Tiyatro binası ve görkemli çatısı.
Ve güzel sokak resimleri.
Tramvayla gideceğiz
Prag Kalenin yapılışı 900’lü yıllarda başlasa da sürekli gelişmiş ve her dönem yeni yapılarla dinamik bir biçimde büyümüş. Kale aynı zamanda Devlet Başkanının makamı, biz kalenin içinde elimizi kolumuzu sallayarak Devlet Başkanının Konutunun kapısında pozlar vererek dolaşırken bir yerlerde de devlet başkanı devlet işlerini yönetiyor ve bize kimse dokunmuyor, çok ilginç değil mi?
Gidilen yer Golden Lane, aslında burada Kafka’nın kızkardeşinin evi var ve Kafka bir süre bu evde yaşamış.Taşrada Bir Köy Hekimi bu evde yazılmış. Golden Lane Prag Kalesi içindeki yapılardan biri Kale Vltava Nehrinin batı kıyısında ve aslında kompleks bir yapı ve içeriye girdiğimizde bizi ilk karşılayan St.Vitus Katedrali. Eskiden kralların taç giydiği bu katedral inanılmaz görkemli bir yapı.
Kalenin çevresinde ufak kafeler var, bazı kısımlara giriş ücretli ve kalenin içinde tıpkı Şato Romanındaki gibi kaybolabiliyor bir türlü gitmek istediğiniz yere ulaşamayabiliyorsunuz, aslında daha ana meydandan çıkar çıkmaz giriş bileti alıp istediğiniz mekanları ziyaret edebilecekken kale içindeki bizzat Kafe esnafı tarafından bir o tarafa bir bu tarafa gönderilirken “biz sürekli daireler çiziyoruz farkında mısınız?” bile diyemiyorsunuz çünkü tıpkı bir Kafka romanında size verilebilecek bir adres kadar karmaşık ama aslında inanılmaz derecede kolay.
Bu avlu ve heykel Efekan’ı çok eğlendiriyor.
Kale içinde yolunuzu bulabilmek için sürekli dolaşıyoruz yolumuz bazen sokak sanatçıları ile kesişiyor.
Bazen de Prag I yazımda bahsettiğim dilencilerle.
Ancak bir türlü Kafkanın evinin bulunduğu Altın Yolun yolunu bulamıyoruz. Kale içinde çeşitli turlar var her tur farklı mekanları görmenizi sağlıyor her birinin giriş ücreti farklı.
Biz kah Kalenin seyir tepesinde kah üzüm bağlarında kah kafelerinde dolaşırken bu turlar için giriş saatini kaçırıyoruz.
Kapanıştan yarım saat önce bilet satışı duruyor. Çekler çok dakik insanlar, yalvarmak işe yaramıyor parası neyse vereyim bir girip çıkacağım diye bir şey yok, gerçi o bizim müzelerde de yok misal Hatay’da girememiştik kapanışa yarım saat var diye müzeye ki biz dakik insanlarda değilizdir.
Prag’da bu tarz yerlerin kapanış saatleri çok erken 16:00 – 16:30 gibi özel değilse açık ziyaret alanı bulamıyorsunuz. Kiliseler de bile görebiliyorsunuz bu durumu bizim ziyaret etmeye kalkıştıklarımız içinde günde iki kez 10:00-12:00 ve 14:00- 16:00 arası açık olanlar çoğunlukta.
Ama biz Golden Lane’ e giremedik diye hayıflanırken gişedeki kız 16:30 u beklersek Golden Lane in ücretsiz olarak açıldığını diğer alanları gezemesek de orayı görebileceğimizi söylüyor. Alıyor beni bir mutluluk.
Kahvemizi bu güzel avluya bakan kafede içip yolun açılmasını bekliyoruz.
Golden Lane (Zlata Ulicka) dar sokaklı ufak evlerden oluşan bir cadde. Kale muhafızları, zanaatkarlara ve sanatçılara ev sahipliği yapmış. Sokakta yer alan 22 numaralı evde ise 1916 yılı kışında Franz Kafka kalmış.
Bir oda ve bitişiğinde banyo gibi bir şey olabileceğinden şüphelendiğimiz topu topu ayakta 10 kişinin ancak durabildiği bir kitapcı dükkanı artık ev.
Oradan Kafka’nın çizimlerini yaptığı bir kitap alıyorum kitap 10 euro ve 2 kalem, kalemlerin fiyatını ise unuttum.
Aynı zamanda sokağa girince sokağın solundaki girişinde sizi bir şövalye zırhının karşıladığı evden girerek merdivenle yukarı çıkın, giriş ücretsiz.
Bütün evlerin üst katları birleştirilerek upuzun bir galeriye çevrilmiş. Yol boyunca çevrenizde zırhlar, kalkanlar, flama ve silahlar size eşlik ediyor.
Taçlara dikkat.
En sonunda işkence aletleri ile döşenmiş bir odaya ulaşıyor ve insan oğlunun ne denli vahşi ve barbar olabildiğini görüyorsunuz.
Kaleden ayrılmadan askerlerin yerine bir nöbet de biz tutuveriyoruz.
Akşam oluyor ve Efekan bir gün önce Bosna Hersekli bir soydaşımızdan aldığı oyuncağı elinden bırakmıyor, sürekli her fotoğrafta o obje olsun istiyor.
Prag’da akşam yapılabilecek en güzel şeylerden biri Black Light Theatre’a gitmek. Bu tiyatrolarda gölge tiyatroları sergileniyor yani konuşma yok dil bilmeye gerek yok, akşam 20:00 20:30 gibi başlıyorlar genelde vaktiniz varsa gidin biz çok zevk aldık. Sessiz karanlıkta ışık oyunları ve arka planda siyah giysileri ile göremediğiniz insanların da rol aldığı bu oyunlar çok zevkli.
Ve her zaman yolumuz dönüp dolaşıp eski şehir meydanına çıkıyor, arkamda Tyn Kilisesi.
Devam edecek.
Nis28