Eki28
Category Archives: DIR DIR
Eki28
En Güzel Kırmızı En Güzel Beyaz
Çocukken tören alanında şiir okumak için sıra beklerken ya da folklor giysileri içinde heyecanlanırdım şimdi her yıl İrem‘in düzenlediği etkinlik heyecanlandırıyor beni.
İtiraf etmeliyim ki pek etkinlik insanı değilim ama söz konusu Cumhuriyeti kutlamak olunca katılmamazlık etmek olmaz.
Şükür ki çok iyi anlatıldı çocukken bana Cumhuriyetin kıymeti, ondandır ki Ekim geldi mi bir heyecan sarıyor beni. Birde arkadaşlarımın kulağını tırmalıyorum bol bol “hiç kırmızı kumaşım yok ki” .
Geçtiğimiz yıllarda diktiğim parçaları hatırlamak isterseniz eğer ilk yıl kırmızı pazenden bir anvelop etekle katılırken ikinci yıl kırmızı bir elbise dikmiştim kendime. Ardından kırmızı bir pantolonum olsun dedim.
Bu yıl iki parça ile katılmak istedim biri kırmızı biri beyaz 🙂
Bir önceki yazıda beyaz bluzumu paylaşmıştım zaten
Kırmızı bluzuma gelince;
Bluzun kalıp bilgisi ve dikiş aşamaları için de daha sonra bir yazı hazırlayacağım.
Bayramınız kutlu olsun.
May25
Prag III ve Son
Son gün Sabah 6:00 Koca kişisi ile yataktan fırlayarak çıkıyoruz Efekan’ı arkadaşlarımızla birlikte evde uyur vaziyette bırakıp gezemediğimiz yerleri gezmek amaç.
İlk Durak Stare Mesto’nun en önemli parçalarından ve şehrin önemli süslerinden birisi Karluv Most (Charles Köprüsü) ve kulesi. 14.YY’da IV.Charles tarafından yaptırılan köprüye ilk heykel de 1683 yılında dikilmiş. St. John heykelinin ardından zamanla 21 heykel daha köprüdeki yerlerini almış.
Köprünün diğer ucunda ise daha ufak iki kuleden oluşan yeni bir kapı köprüyü karşı yakaya bağlıyor. Köprüde güneşi doğuruyor serin ama güzel bir sabahı karşılıyoruz. Prag’da geçirdiğimiz 4 günün en güneşli günü son günümüz oluyor zaman zaman yağışla bizi ağırlayan Prag güneşle uğurluyor.
Ardından ver elini Stare Mesto Meydanı.
Meydanda kendimize kahvaltı yapacak bir yer arıyoruz çok bilindik bir kahveci dışında saat 10:00 dan önce açan bir kafe bulamıyoruz. Halbuki bu Çekler saat sabahın 6:00 sı gibi acele acele bir yerlere yetişmeye çalışırken çok aceleleri olduğunu ve cevap veremeyeceklerini dillerinden olmasa da el kol hareketlerinden anlıyorsunuz da bütün her yer 10:00 da açılırken peki bu insanlar nereye yetişiyor anlamakta zorluk çekiyorum.
Aziz Niklaus Kilisesi Prag’da yer alan küçük ama önemli bir kilise. Barok süslemeleri ile dikkat çeken bu kilise, Mala Strana’ya hakim bir konumda ve yeşil kubbesi ile nefis bir yapı, gerçi burada bütün yapılar nefis o ayrı. 18. yüzyılda Cizvitlerin yaptığı bu yapıda Aziz Nicholas’ın tasvir edildiği fresk, 18. yüzyıldan kalma vaiz kürsüsü, yan şapellerde yer alan altar panoları, Franz Palko’nun kubbe freski, Ignaz Platzer’in “Kilise Babalarının Heykelleri”, John Frederick Kohl’un yaptığı ön cephesi görülmeye değerdir. Aziz Niklaus Kilisesi, bir dönem Mozart’ın org çaldığı yer olarak da bilinir.
Meydanda yer alan 14.YY’da inşa edilen Tyn Kilisesi eşsiz güzellikteki iki kulesi ile meydanın manzarasının önemli bir kısmını oluşturuyor. Tyn Kilisesi Protestan Kilise imiş ve şehre gelen yabancılar için inşa edilmiş. Çek Cumhuriyetinin %60 ı nın Ateist olduğu söyleniyor ve ibadethaneler turistik de olsa çok iyi korunmuş vaziyette. Tyn Kilisesi‘nin kuleleri 80 metre uzunluğundaymış ve gerçekten çok ihtişamlılar. Meşhur Disney şatosunun Tyn Kilisesinden ilham alınarak çizildiği söyleniyor, kilisenin akşam ışıklandırılması da çok güzel. Tyn Kilisesi her gün 10:00-13:00 ve 15:00-17:00 saatleri arasında açık. Ve gezmenizi özellikle öneririm biz sabah saat 8:00 gibi kapısına dayanıyoruz ve içeriye giremeyince açılış saatine kadar başka yerleri gezmek için oradan ayrılıyoruz. Tyn’in içinden görüntüler yok çünkü fotoğraf çekmek yasak.
Kilisenin hemen yanında bulunan galerinin kapısına dayanıyoruz bekçi galerinin saat 9:00 da açılacağını söylüyor ve 9:00 da gittiğimizde ise saat 10:00 deniliyor kapıdaki minicik açılış kapanış saatleri tabelasını ise sonra görüyoruz. Tyn ise kesinlikle beklemeye ve gezmeye değer. Ancak Dali ve Andy Warhol eserlerinin yer aldığı galeriyi uçuş saatimiz yaklaştığı için gezemiyoruz. Girişte bizi karşılayan güzel resimlerden birini paylaşabiliyorum sizinle ancak.
Son gün panikle almamız gereken hediyelikler ve kendimiz için düşündüğümüz emayeler için bir o sokağa bir bu sokağa koşuyoruz ve evet tüm hediyelik eşya dükkanları 10:00 da açılıyor.
Eski şehir meydanı çevresinde her yer hediyelik eşya dükkanı, eşe dosta nereden hediye alacağım gibi bir sıkıntıya düşmenize gerek yok yani. Hediyelikler genel olarak neredeyse her yerde aynı para mesela magnetler ortalama 100 kron, kupalar 200 – 250 kron, anahtarlıklar da yine 100-200 kron arası değişiyor.Emaye hediyelik eşyalar çok daha yüksek fiyatlara sahip ama oldukça güzeller mesela küçük bir emaye tencere 600 kron gibi. Yine şehir meydanına çok yakın bir noktada yan yana küçük ahşap büfelerden oluşan hediyelik eşyacılarda çok güzel emaye takılar varken onu mu alsam bunu mu? diye karar veremeyip son günde biz oradan ayrılırken henüz o dükkanlar açılmadığı için alamadığım kedili küpelerde bir sonraki geziye kalsın artık Kutna Hora gibi. Çek para birimi Koruna’ya gelince, 1 TL 10 Koruna (CZK) ediyor, hesaplaması kolay.
Yalnız Tyn kilisesine en yakın noktada Galerinin hemen sağ tarafında bulunan hediyelik eşyacıdan alışveriş yapmanızı hiç mi hiç tavsiye etmiyorum zira tam bir Türk düşmanı olduğunu bize açık bir şekilde belli etti.
Ve Meydanda bizi her zaman karşılayan Astronomik saati bir de güneşli havada görmek çok güzel.
Saatin hemen yanındaki binanın girişinin tavan süslemeleri.
Koşarak eve gidiyoruz valizlerimizi alıp bir an önce Havaalanına geçebilmek için.
Havaalanına ulaşım için bu kez önce metro ardından otobüsü kullanıyoruz.
Havaalanına ulaşıp check inlerimizi yapıp Efekan’la Çekce bir çocuk dergisi alıp içinden çıkanlarla eğleniyor, şımarıyor uçuş saatimizi bekliyoruz.
Uçağa geçtikten sonra bir türlü kalkamıyor ve en sonunda Pilotun anonsu ile İstanbul’un yağmur kıyamet olduğunu o yüzden bir süre daha kalkamayacağımızı öğreniyoruz, uçak içinde bir saati aşkın bekledikten sonra da İstanbul Tekirdağ arası 2 saatten fazla gidip geliyor daireler çiziyoruz kule bize iniş izni versin diye sonuç aslında ucu ucuna yetişebileceğimiz Antalya aktarmamız bir sonraki uçuş olan sabahın 3 üne aktarılmış ve bize inişte hiç bir bilgi verilmediği için dış hatlardan iç hatlara uzanan o saçma koridorlarda düşe kalka koşmalarımızın hepsi boşuna oluyor. 1 saat Prag Havaalanında fazladan 2 saat havada ve en son 4 saat İstanbul Atatürk Havaalanında mahsur kalıp Antalya’ya indiğimizde ise yağmurdan ıslanmış ve çekçeği kırılmış valizimiz yolculuğun bonusu oluyor.
Bir sonraki gezi yazısında buluşmak üzere baş baş.
May16
Karlovy Vary
Prag’a yaklaşık 2 saat mesafede olan Karlovy Vary bir kaplıca şehri şehre turlar düzenleniyor ancak biz otobüs bileti alarak kendimiz gittik peki çok gerekli mi Karlovy Vary’ye gitmek eğer kaplıcaya girme düşünceniz yoksa hayır.
Çok güzel binaların olduğu bir kaplıca şehri sizi karşılıyor ancak Prag’da çok güzel binaların olduğu bir şehir. Zaten öyle büyülü bir hava var ki caddelerde dolaşırken bütün binalar güzel ve siz hangisini fotoğraflayacağınızı şaşırıyorsunuz binanın ihtişamından orayı özel bir yapı sanıyorsunuz kapısına vardığınızda ofislerin olduğu bir bina çıkabiliyor o görkemli yapı.
Karlovy Vary özellikle porselen ve cam zanaatının gelişmiş olduğu bir şehir sokaklarda kaplıca sularının aktığı küçük çeşmeler yapmışlar ve bu çeşmelerden sürekli ortalama 60ºC sular akıyor. Sular çok sıcak olduğu için elle dokunmak biraz zor oluyor, bu yüzden turistik pipetli porselen bardaklar yapmışlar hediye almak için bu bardaklar güzel birer seçenek.
Atlı faytonlarla turlar düzenleniyor ama siz binmeyin!
Şehrin ortasından geçen ve “sıcak” anlamına gelen Tepla Nehri’nin iki kenarındaki Art Nouveau tarzı güzel binalar bulunuyor.
Vinçle uyumlu çocuk yaptım adlı çalışmam.
Zaman.
He gülüm he guzum sizin de olaydı toki gibi bi kurumunuz görürdüm ben sizi.
Sarı sana çok yakışmış, ben de çok severim zaten biliyor musun?
Yolda bir minik Efekan.
Köhne ihtişam.
Bir bulaşsam kendimi alamazdım, biliyorum.
Atatürk sıcak su kaynakları olduğu için bu şehirde 3 ay kadar kalmış ve sonrasında Yalova’da ki şifalı suların kaplıca haline getirilmesini de burada geçirdiği zamanlardan dolayı istemiş deniliyor.
Aynı otelde başka ünlülerde kalmış.
2006 yılında Casino Royal filminin çekildiği Grandhotel Pupp’ı görmek mümkün, açıkcası benim çok ilgimi çekmedi.
Karlovy Vary, Kral 4. Karl tarafından avlanırken keşfedilmiş. Kralın avladığı bir geyiği getirmek için koşan köpeğin düştüğü suda çığlık atmasından şüphelenen kral, elindeki borazanla yaverlerini çağırmış ve köpeği yüksek derecedeki sıcaklıktaki kaynar sudan çıkarttırmış. Böylece 1370 yılında kral tarafından keşfedilmiş hal böyle olunca buraya gelmişken şu geyik eti neye benzer bakmak gerek diye düşünüp gulaş yedim ben, gayet iyiydi tavsiye edebilirim.
Ayrıca Becherovka adındaki Karlovy Vary kökenli “milli içkileri” bitkisel aromalı bir likör. Her yerde kolayca bulabilirsiniz. Bana sorarsanız lezzetsiz, ama denemeye değer.
Ben yeme içme resmi yerine güzel bir parkın resmini paylaşayım daha iyi.
St. Peter ve Paul Orthodox Kilisesi yolunda giderken bir balmumu müzesi daha bulduk, ama şöyle bir içeriye göz gezdirdik içeriye girmeye değmez bence.
St. Peter ve Paul Orthodox Kilisesi şehrin görülebilecek güzel yapılarından olsa da biz gittiğimizde bakımdaydı.
Hristiyanlık, Musevilik ve Müslümanlığı barış içinde gösteren bir anıtmış bu, evler desen şahane. tamam o halde dün bize gülümseyen kadın, bu gün yol tarif etmek için yoldan dönen kadın ve restorantda zevkle servis yapan o tatlı kadın hatrına Çeklerin tüm soğuk tavırlarını görmezden gelebilirim bu seferlik.
Sokak sanatı burada da çok yaygın.
Karlovy Vary bizi yağmurla karşıladı karla uğurladı.
Kar mı yağıyor? Ee ne duruyorsun ağzını kocaman aç ve başını göğe doğru kaldır, karın tadını çıkarmak diyorlar ya hani asıl böyle oluyor o.
Kar yağdı, ıslandık, Efekan suya mı basmış ne? ayakları ıslanmış, çoraplarımı çıkarıp ona giydirdim sonra da ayağına poşet geçirip botlarını giydirdim. eve gelinceye kadar sordu ayağın üşüyor mu? diye. Üşümedi. Sonra uyumak istemiş benimle, üşümüş, hem gezmek için geri dışarıya çıkmayalım mış. Son gecemiz dedim. Hani benim için her şeyi yapardın dedi, yaptım. Uyuyor şimdi, sırt sırta verdik. Diline kar konarken eğlenmiş ama.
Nis28
Prag I
Prag benim için Kafka demek.
Ben Kafka’dan o kadar bahsedince ve Kafka Evini Prag’da adım adım arayıp arattıkça Efekan bu işten kıllandı ve çocuksu bir kıskançlıkla “annem Kafka’ya aşık” dedi.
“Evet aşığım” dedim yüzündeki o kıskanç ve üzgün ifadeyi bir an olsun görüp, ilerideki tabelada bakışları ile karşısındakini delip geçebilen o kemikli yüze ve kocaman burna sahip adamın yüzünü göstererek “baksana kepçe kulakları ve kocaman burnu ile ne güzel bir adam” işte o an Efekan için artık Kafka tehlike olmaktan çıkmıştı.
Nasıl olsa okuduğunda yazdıklarına o da aşık olacak o güne dek bekleyebilir ve ben de bilinçli olarak ağır ağır işleyebilirim onu fantastik, bilim kurgu ve distopya edebiyatıyla 🙂
En başta belirtmeliyim ki bir tur firması ile gitmedik Prag’a bizim dışımızda iki arkadaşımız daha vardı birlikte gittiğimiz ve Prag’da da her hangi bir tur satın almadık gezdiğimiz yerleri harita yardımı ile kendimiz bulup ulaşımda otobüs, tramvay, metro ne denk gelirse kullandık.
Uçuş için bir kaç ay önceden biletleri ayarladık ki böylece oldukça uyguna geldiler. Özelikle aldığımız biletler sömestr tatiline denk geldiği için yakın tarihlerde bilet fiyatları yükselmişti, erken bilet almak size riskli gelebilir, ya gidemezsem diye. Böyle bir seçeneği göz önünde bulundurup biletinizi sigortalattırırsanız gidemediğiniz takdirde bilet bedelini geri iade alabiliyorsunuz. Bizim sabaha karşı 4:00 da Antalya’dan başlıyor aktarmalı uçuşumuz.
saat 10:00 da Prag’a inmemizle son buluyor ancak chek innler falan derken biz hadi neyse de Efekan ilk uçağa binmenin verdiği heyecan ve indi bindi derken sıfır uyku ile yeni bir güne Prag’da başlıyor.
Müşterisi olduğumuz GSM firmasından ise 30 dakikalık birer yurt dışı konuşma paketi aldık ki birbirimizi kaybedersek buluşabilelim. Ancak bu paketde internet, sms, mms gibi şeyler yok ve bayt üzerinden faturalandırılıyor ve oldukça yüksek o yüzden telefonunuzdan mobil veri kısmını kapatmalısınız, çok yerde wireless bağlantı var.
Ayrıca gitmeden önce google haritalardan ziyaret etmek istediğiniz yerleri önceden işaretler ve gezerken gps inizi açarsanız mobil verinizi kapatsanızda harita size bilgi veriyor.
Giderken yanınızda Euro ile gidin, tek bir yer dışında Türk Lirası bozan bir yer görmedim, çoğu yerde Euro da geçmiyor, Krona kullanılıyor Burger King gibi yerlerde kredi kartı kullanabiliyorsunuz ve pos cihazının TL’ ye çevirme seçeneği var bu tarz yerlerde bunu kullanabilirsiniz.
Tüm bunlardan sonra Prag hava alanı Ruzyne’ ye indikten sonra ve orada bilet almaya yetecek kadar paranızı bozdurun ve hava alanının içindeki informationdan harita ve yan tarafında da satılan otobüs biletini alıp hemen dışarıdaki otobüs durağına geçin.
Döviz bozdurma işini merkeze bırakın ve döviz bozdururken defalarca 1 Euro karşılığında kaç Koruna alacağınızı sorun çünkü tabelada 1 Euro 28 Koruna yazarken size 15 Koruna vermeleri çok muhtemel zira o rakam onların alış rakamı gibi gösterecekler size ve komisyon almadıklarını iddia edecekler. Siz ısrarla 1 Euronun kaç Koruna ettiğini sorun zira size verdikleri rakam bazen 50 Euro üzerinde işlem yaptığınızda geçerli olan rakam oluyor yani Prag’da en sıkıntı yaşayacağınız konu döviz bozdurmak. Sokakta döviz bozan adamlardan para bozdurmayın zira polis geliyor diye birden kaçmaya başlayıp paranızı da alıp gitmeleri çok meşhurmuş. Bunun dışında Çek Korunası ve Macar Forinti görünüş itibari ile birbilerine çok benziyor. Ancak Macar Forinti’nin değeri Çek Kronunun 10’da biri oranında dikkatli olun.
Hava alanından şehre eğer taksi ile gitmek isterseniz 30 euro’yu ödemeyi göze almalısınız ve dört yolcudan fazlasının Prag Taksilerince taşınmadığını belirtmeliyim bu yasal olarak yasak ve beşinci yolcu ile yakalanan şoförün ehliyetine el konuluyormuş ki 7 yaşındaki Efekan bile onlar için yolcu Türk usulü çocuğu kucağıma alırım ya da çevirmede eğilme diye bir şey yok. Prag’da bagajınızı varsa taksimetre değişiyor.
Biz indiğimizde şehir meydanına yakın bir noktadaki kalacağımız eve taksi ile gittik ancak dönüş için metro ve otobüsü kullandık.
Otobüs kullanacaksanız Hava alanından Otobüse bindiğinizde sizi Dejvicka durağındaki metro bağlantısına götürüyor. Ordan ise metroya binerek şehir merkezine 4-5 durak sonra ulaşabiliyorsunuz.
Eğer kalacağınız yer merkeze uzak ise tekrar metrodan aktarma yapmalısınız. Prag ta 3 tane hat var, aldığınız haritada Kırmızı, Yeşil ve Sarı renkte görürsünüz.
Kalacağımız evi booking.com dan ayarladık. Altı kişinin kalabileceği iki kişilik iki yatak odası artı odalardan birinde yine açılabilen iki kişilik bir yatağın daha bulunduğu, bunun dışında salonunda da açılabilir koltukları ile birlikte mutfakta ekmek kızartma makinesine kadar her şeyin var olduğu bir evi günlüğü 150 liradan kiraladık. Ha makineleri kullanabildik mi? Fırın ve ekmek kızartma makinesini çözemedik, Çekler çok inatçı kişiler tabelalarda dahil hiç bir yerde kendi dilleri dışında bir açıklama yer almıyor böyle olunca onları kullanmayı başaramadık ama çamaşır makinesi ve bulaşık makinesi her yerde aynı 🙂
Efekan’ı tek rahatsız eden nokta tuvaletlerde taharet musluğunun olmayışı 🙂 sürekli tuvalette şişe ile su bulundurduk.
Evden çıkıp yürüyerek merkeze doğru yürüyoruz Ev P.Pavlova İstasyonunda meydana yürüme mesafesinde ancak dönüşlerde yorgunsak metroyu kullandık.
Yürürken karşımıza çıkan ilk mekan Ulusal Müze.
Şehirde görülmesi gereken yerlerin başında olan müze modern Prag’ın en önemli merkezi Wenceslas Meydanında yer alıyor. Gittiğimiz dönemde bakımda olduğu için kapalı olmasına üzüldüm ama dışı gerçekten çok gösterişli ve etkileyici bir bina.
Wenceslas Meydanı.
Ardından karşımıza Barut Kulesi çıkıyor. Astronomik saat kulesinden sonra en sık karşılaştığımız yer burası oldu sanırım aynı eksende sürekli bir dönme hali olunca aynı yerlerle tekrar tekrar karşılaştık ama daha önce gezmeyi planladığımız bazı yerleri de kaçırdık. Apartmanların arasında 1475 yılından kalma kule dün yapılmış gibi sağlam Stare Mesto’nun uzak kapılandan birisi olarak yerinde duruyor. Barut kulesi (Powder Tower).
Barut kulesi ile hemen yan yana olan Belediye Binası çok gösterişli, mekanda bir konser salonu da mevcut ancak içine girmemize o an için izin verilmedi. Daha bir kaç yerde başımıza geldi bu bazı yerler rehbersiz ve turist kafilesine dahil olmadan gezemeyeceğimizi söyledi bazı yerler direk hayır dedi.
Belediye binasının güzel asansörü.

Sokak sanatçıları kesinlikle nefis müzik yapıyorlardı.
Ve karnımız acıktı. İlk gün gözümüzü karartıp sokak yiyeceklerine takıldık.
Sosisli bizi çok mutlu etmedi ama Efekan’ı bu kadar iştahlı görmek çoğunlukla mümkün değildir.
Ardından neler yemeliyiz araştırması yaparken karşıma çıkanlardan Tredelnik. Çeklerin kesinlikle en ünlü tatlısı. Kalın oklavalara sarılmış hamur tarçın ve şekerden oluşan bazen içinde baden ve cevizin olduğu bir karışıma bulanarak odun ateşi üstünde pişiriliyor. İçine nutella sürülen tatlının Prag’a gittiğinizde çok fazla yerde yapıldığını göreceksiniz mutlaka ve mutlaka yemenizi önerdiğim belki de tek şey bu tatlı.
Ardından daha uçakta Lego müzesi diye tutturan Kırpık için Lego Müzesini buluyoruz. Müze girişi ücretli yetişkinler için 20 lira çocuklar için 13 lira ücret alınıyor. Müze sadece Çek Cumhuriyetinin değil Dünyanın bu konudaki en büyük müzesi olduğunu iddia ediyor. 20 tematik sergiye ev sahipliği yapan müze 2500 benzersiz modele sahipmiş biz en çok Star Wars bölümünde oyalanıyoruz.
Ve hareket de eden trenleri olduğu kısım.
Çeşitli ülkelerden ünlü binaları da sergide görmek mümkün.
Ve vintage legolar, minicik paketleriyle.
Yorgunluk gözlerden okunuyor mu?
Müze çıkışı yürüyerek devam edip şehrin kalbi Stare Mesto Meydanına ulaşıyoruz. Tam ortada Hus Anıtı, doğusunda muhteşem mimarisiyle Tyn Kilisesi ve batısında astronomik saatiyle Stare Mesta Belediye Binası yer alıyor.
İlk günden itibaren en çok ziyaret ettiğimiz mekan Astronomik Saat oldu. Bir kaç kez saat başlarına denk gelip 15.YY’dan kalma astronomik saatin her saat başında üzerinde bulunan pencerelerin açılmasını ve 12 havari açılan pencerelerden bir geçit töreni düzenlemesini izleme şansımız oldu. Havarilerin hemen altında o dönemde şehir için tehdit olarak görülen 4 adet hareketli heykel bulunmaktadır. Bir iskelet görüntüsünde Ölüm çan çalar, elinde para kesesiyle Yahudi aç gözlülüğü temsil eder, elinde aynasıyla Kibir ve başında sarığıyla kafasını sallayan Türk. 12 havarinin turunun ardından en üstteki küçük pencereden bir horoz çıkar ve kanat çırpar. Mutlaka saat başlarından birinde bu kulenin önünde bulunmalısınız.
Saatin hikayesi ise oldukça ilginç. İnanışa göre 15. Yüzyılda saat ustası Hanus bu saati yaptığında herkes saate bayılır. Ancak o dönemin şehir yönetimi bu güzel saatin sadece kendilerinde olduğundan emin olmak isterler. Bu nedenle de saati yapan Hanus’un gözlerini kör ederler. Gözleri kör edilen Hanus ise öç almak için saate zarar verir.
Saati ancak 16. Yüzyılda tamir etmeyi başarmış olsalar bile saat tekrar bozulmaya başlar ve zamanı yanlış gösterir. En son 1865 yılında saat ciddi bir bakıma sokulur. Fakat 2. Dünya savaşında Almanlar tarafından saat tekrar ciddi darbeler alır.
Sıra geldi Kafka Evini aramaya. Önce Kafka Kafeye gönderildik, ardından şehir meydanına yakın bir ev gösterildi bize ancak ziyarete kapalıydı.
Polis sizce de çok sevimli değil mi?
Ararken Vltava Nehri üzerindeki köprülerden birinden karşıya geçerken görkemli Tiyatro Binasını ve Karl Köprüsünü arkamıza aldık.
Fotoğrafçıyı fotoğrafladım.
Evini henüz bulamadık ama Müzesini bulduk.
Yaptığımız bir internet araması ile evin Kale içinde yer alan Altın Yol’da olduğunu öğrenip saat artık geç olduğu için bu ziyareti bir sonraki güne bıraktık. Ve eve dönüş için ağır ağır yürümeye başladık.
Sokaklarda çok fazla dilenci var ancak tüm dilenciler yere secde eder vaziyette uzanıp dileniyorlar. Söylentiye göre dilenmekten o kadar utanıyorlarmış ki, kimsenin yüzüne bakamıyorlarmış böylece göz göze gelmeden siz kime yardım ettiğinizi bilmiyorsunuz onlarda kimden yardım aldıklarını ve aynı zamanda yanlarında köpekleri olanları ve köpeklerinin de kendileri gibi secde pozisyonunda durduğunu da gözlemledim.
Ve yine Pragda çok sayıda özel Balmumu Müzesi var, Genelde elerindeki en iyi model reklam için vitrindeyken içeride hiç de iyi sayılmayacak balmumu heykeller var.
Ama yalan yok John iyi olmuş.
Aslında Eski Şehir öyle bir konumlanmış ki aynı yerlerden sürekli geçiyorsunuz. Bu gün gitsem iyi bir harita ile çok daha hızlı bir şekilde daha çok yer gezebilirdik.
Çılgın parti arayışında olmadığımız için bu güzel parti afişlerine göz kırpıp yola devam ediyoruz.
Bu jöleli saçları ve doğal saçları ile bizi yolda karşılayan arkadaşlara ise bayıldım ancak ne ne için oraya dikildikleri, ne sanatçı, ne de alanın adı ile ilgili hiç bir şey bilmiyorum.
Prag gece hayatı ile ilgili size çok ilginç ip uçları veriyor mesela şehirde bir çok noktada içinde cannabis tohumları yer alan alkolü içecekler, cannabisli lolipoplar, çikolatalar, kekler bir ara legal mi acaba dedik ama sanırım legal olmasa da bir göz yumuş söz konusu.
Metro ile eve dönüyoruz metro istasyonlarının kaplamaları her durakta farklı renk ve çok hoşlar.
Duvarlar ise hep graffitili.
Artık uyku vakti diğer günler ise devam yazılarında.
Mar3
Ev Yapımı Parti Hazırlıkları, Pinyata, Bunting ve Minik Hediyelerin Yapımı
Kocakişisi ile hayata ve tüketim toplumuna karşı belli bir duruş sergilemeye çalışıyoruz, tüketmek sevdiğimiz bir durum değil. Üretim, geri dönüşüm ve ihtiyacın olandan fazlasına sahip olmamaya çabalama söz konusu evimizde.
Çarkın özel saydığı ve kutlama yoluyla toplumu tüketime sürüklediği düzene karşı durmaya çabalıyoruz.
Elbet de Efekan’ı doğurduğum gün benim için en özel günlerden biri hatta belki en en en olanı. Bunun dışında başka başka zaman dilimleri de var bizim için özel olan ancak bunları şölen havasında kutlayamıyoruz, bunu ruhumuz yapamıyor.
Efekan yedi yaşına girmesine aylar kala şu soruyu sordu bana;
“Anne ben neden hiç büyümüyorum?”
“Büyüyorsun”
“Hayır büyümüyorum”
“Neden büyümediğini düşünüyorsun bak pantolonlarının paçası kısalıyor boyun uzuyor, büyüyorsun ya işte”
“Hayır hiç doğum günüsüm olmuyor, hiç yaşım büyümüyor”
Efekan arkadaşlarının doğum gününe davet ediliyor bu partilere katılıyor ve çok da eğleniyordu ancak o güne dek bir partisi olmamıştı.
Aslında daha önce bir kez kreşte kutlama yapılmıştı ancak 3 yaşındaydı ve mumlar ve kalabalığı görünce başlamıştı ağlamaya ve bu kutlamayı şu an hatırlamıyor.
Normal şartlarda yıl içinde kaç tane pasta mumu üflediğinin sayısını bilemeyeceğim. Doğum gününde ona pasta alıyoruz elbette ve bazen hediye. Evde yapılan her kek Efekan için bir doğum günü pastası gibi mumlarla donatılıyor, pastaneden alınan her pasta yanına mutlaka mum isteniyor, senede bir kaç kez de dedesi gile gittiğinde sanki doğum günüymüş gibi pasta alınıp onlarla birlikte kesiliyordu. Böyle zamanlarda zaten dedesi biz yanında değilken görüp beğenip aldığı oyuncakları biriktirmiş ve Efekan’a vermiş oluyordu. Ama arkadaşları ile bir kutlama yapmamıştı. Bu yüzden bazen bazı partilere gitmedik. Beni okuyorlarsa bu güne dek o gün Efekan’ı oyalayarak bir şekilde unutturup doğum günlerine gitmediğimiz ve Efekan’ın çok sevdiği akşamına partinin o gün olduğunu hatırlayıp bazen ağladığı arkadaşlarının anneleri işte biz bu sebepten bazı partilere katılamadık. Efekan bu soru ile bana gelsin istemedim.
Aslında parti yapmanın yanlış olduğunu düşündüğüm izlenimi yarattıysam da öyle değil doğru ya da yanlış yok hepimizin hayatı farklı şekillerde yaşaması gerçeği var kimsenin yaptığı benim için yanlış değil.
Yedi yaşına girdiği 2015 Nisan’ında Efekan için bir seferlik bir parti yapmaya karar verdik bu yazı tamamen el emeği ile bir parti nasıl düzenlenebilir yazısı olacak.
Partide gelen arkadaşlarına dağıtmak için porselen balıklar yaptık.
Efekan’la birlikte ve onları renk renk sırlayarak küçük hediye paketleri hazırladık.
Pinyata yapmak için sağlamından bir balon aldım şişirip sağlamca bağladıktan sonra ilk önce tahta zamkı da denilen beyaz tutkalı sulandırarak gazete parçalarını bu balonun etrafına parça parça yerleştirerek tamı tamı tamına üç kat kaplayıp en üstünü de düzgün görünsün diye kraft kağıdı ile kapladım.
Kurusun diye balkona çamaşır teline astıktan sonra aklıma geldi bu pinyata denen şey nasıl yapılırmış internete bakmak. Meğer un su ile karıştırılır ve gazete kağıtları bu karışıma batırılarak sarılırmış balonun çevresi ki minik adamlar patlatacak bu mereti. İkinci pinyatayı un ile karıştırdığım sulu karışıma batırdığım gazete kağıtları ile yaptım ve en üstünü beyaz bir kağıt ile kapladım. Üzerleri krepon kağıtları ile süslenecekte olsa yüzey temiz olsun istedim ve kuruması için balkona diğer arkadaşının yanına astım.
Sonra kağıtlar tamamen kuruyup balonları patlatarak içinden çıkardığımda iki pinyata iskeletinede şöyle bir baktım ve tutkalla yapılanı Efekan için unla yapılanı aynı gün fakat farklı yıllarda doğdukları bir arkadaşı için süslemeye karar verdim, zira Efekan’ın yaşı daha büyüktü ve arkadaş çevreside öyle ve daha dayanıklı bir pinyata onlar için daha uygun olabilirdi. Normalde olması gerektiği gibi yaptığım pinyata ise yaşı daha küçük olan arkadaşı ve arkadaşları için uygundu.
Gökkuşağının her renginde krepon kağıtları aldım ve onları önce kalın şeritler halinde kesip sonra da saçak saçak olacak biçimde kesikler attım.
Balonun en tepe noktasından krepon kağıdını en ortadan başlayıp döndüre döndüre yapıştırdım.
Yukarıya gelecek ağız kısmını yuvarlak bir şekilde açık bıraktıktan sonra asmak için kullanacağım deliklerin olduğu kısımları içten ve dıştan birer kat daha kağıt yapıştırıp sağlamlaştırarak tüm kağıt balonun hiç bir yerinde açıklık kalmayacak biçimde krepon kağıdından saçaklarla kaplayıp sopayla vurdukça zıplasınlar diye bebe lastiği ile bağlayıp içini paketler dolusu şekerle doldurdum.
Her iki doğum gününden pinyatanın patlatılma görüntülerini görebilirsiniz, çocuklar sıraya girip tüm güçleri ile vurdukları halde üçüncü tur bitiminde hala sapasağlamdı pinyatamız, gövdesinde hasar alma sonucu açılan deliklerden düşen şekerler normalde ellerine verseniz hiç bir çocuğu böyle mutlu edemez.
Parçalanmış hali de çocuklar için bir süre eğlendirici bir unsur oldu.
Açık havada bir mesire alanının kameriyesinde kutlanacak parti için kameriyenin her yerini dolaşacak uzunlukta ipliklere balonlar asmıştım ancak tüm ip birbirine dolanınca balonları ayırmaya çalışmadan girişe astık ki öyle de güzel durdular.
Son olarak flama (bunting) işine giriştim ki daha önce yapılışını yazdım bazı üçgen parçaları kendim boyadım ve EFEKAN baskısını da kendi hazırladığım stencil ile kendim yaptım.

Atıştırmalıkların tamamı el yapımıydı, arkadaşlarımın yardımı ile imece usulü hazırladım. Pastası için ilk duyduğum andan itibaren Efekan için yazılmış gibi hissettiğim şiiri seçtik, pastacımızın ellerine sağlık krem şanti kullanmadan kendi krema hazırlayarak çok lezzetli bir pasta hazırlamıştı. Pasta ile birlikte içecekler, bardak, tabak ve çatal dışarıdan alınan şeylerdi ve aslında içeceği de kendimiz hazırlamayı düşünmüştük ve şimdi olsa kendim hazırlardım.
Bizim için günü asıl güzelleştiren dostlarımızdı, onlardan izin almadığım için fotoğraf özellikle flu ama onlar bizim hafızamızda ve gönlümüzde gayet netler.
Bundan sonra bir parti yapar mıyız bilemiyorum ama siz de evde kendi kendinize bu işi tüketmeden ya da en az tüketimle üreterek de çıkarabilirsiniz.
Şub29
Sonunda Bu da Oldu
“Diriliş, bir adamın doğaya karşı mücadelesini konu alıyor. 2015 dünyanın geçirdiği en sıcak yıldı. Film çekerken kar bulabilmek için gezegenin en güney kısmına gitmek zorunda kaldık. İklim değişikliği gerçek, şu anda yaşanıyor. Tüm türlerin karşısındaki en büyük tehdit. Birlikte çalışmalı ve büyük firmalar için değil tüm insanlık, yerliler ve bu değişiklikten en çok etkilenen milyarlarca insan için konuşan liderlere destek vermeliyiz. Çocuklarımızın çocukları için, sesi hırs politikası tarafından boğulmuş olanlar için. Bu muhteşem ödül için hepinize teşekkür ediyorum.”
demiş on ikiden vurmuş.
Artık dağılışabiliriz…
Şub18
Orada Kimse Var mı?
Özellikle son bir yıldır ne zaman bir şeyler yazıyım diye klavyeyi önüme çeksem yok diyorum şimdi doğru olmaz, acımız var.
Bir şekilde öteliyorum, şu önümde açık duran taslak sayfa bile aylardır bekliyor.
Kendi özel hayatımda yaşadığım küçük sevinçler ayıp geliyor, hayattan zevk almak yasak geliyor, yazamadığım onca gezi, buluşma, proje hep bu hislerden dolayı bekliyor.
İnsan canı bu kadar yanınca zaman durdu zannediyor ya blog akış listeme bakıyorum bambaşka memleketlerde insanların derdi kırlentlerinin rengi gri mi olmalı ultramarin mi?
Çeşit çeşit milletten blog takip ediyorum insanların bloglarında bizimkiler gibi ne yas yazısı ne politik paylaşım. İhtiyaçları yok çünkü, okulda yılarca çeşit çeşit derste gördüğümüz Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisinin en üst basamağına ulaşmışlar kendilerini gerçekleştiriyorlar biz ise henüz en alt basamaktaki fizyolojik ihtiyaçlar ve güvenlik arasında gidip geliyoruz. Ondan herhâlde.
Neyse.
Sosyal medyanın inanışları ve kuralları umurumda değil.
Siyah kurdele paylaşmamış ya da ekranı karartmamış bir insan yaşananlara duyarsızdır, üzülmemiştir demek değil benim için.
Profil fotoğrafı kara diye benden daha fazla acı çekiyor değil kimse.
Evladını kaybetmiş bir ananın hissettiklerini hayal bile edemeyiz ve benim yüreğim hayal etmek istemiyor bu acıyı. Bu ülke nedensiz yere sürekli evlatlarını kaybediyor ve ben çıldırmamak için uğraş veriyorum.
Birileri vay be ne kadar duyarlı desin diye çektiğim acının mesajını paylaşamam, başka birileri de vay be neler oluyor umrunda değil demesin diye paylaşımlarımı şekillendiremem.
Mahalle yanarken saç taramıyorum, mahallenin yanmasına karşıyım, mahalle hepimizin ve ben birlikte oyun oynadığım ya da kapıyı çalıp abla bi su versene top oynarken çok susadık diyen çocukların ölmesine karşıyım, aynı zamanda mahallenin karartılmasına da karşıyım.
Ben bundan sonra blog yazacağım.
Blogumda bir yıl öncenin meseleleri ile karşılaşabilirsiniz şaşırmayın ya da şaşırın bu ne diyor allasen diyin.
Ben buradayım.
Orada kimse var mı?
Şub16
Toprak ve Işık
Biz bir işe kalkıştık Aralık ayıydı apar topar.
Ama bir iki ay öncesinde;
Efekan “anne ben sergi açmak istiyorum.”
Zaten bir önceki yıl öğretmeni ile böyle bir konuyu konuşmuştuk sınıfındaki diğer çocuklara seramiği tanıtmak amaçlı minik bir sergi sonrasında bunca hareketli çocuktan bunca kırılgan parçaları koruma kısmı bizi düşündürünce plan askıya alındı ve ben bu sözlerini geçmişteki o plana bağlayarak.
Ben “aç oğlum.”
Efekan “Ama Kültür Evin’de açacağım, izin verirler mi?”
Ben “Konuşuruz verirler belki”
Ve üzerinden bir iki ay geçti geçmedi bir teklif geldi Kültür Evinden Efekan Alper ve Ben aile olarak karma bir sergi açarmıyız diye.
Hemen evet dedim ama zaman çok dardı iki hafta sonrasına bir takvim verildi.
O süre içerisinde bizim evde makarna ve hazır pizza (ki beni tanıyanlar hazır gıdaya nasıl öcü gibi baktığımı bilirler) dışında bir şey yenilmedi hatta aynı marketten üst üste mantı aldığımızı gören kasabımız laf attı “hocam her gün her gün hamur mu yiyorsunuz siz?”
Her gün her gün hamur yedi bizimkiler ben ise resim yaparken oturduğum yerde ya tabağım elimde ya da bir meyve ile geçiştirerek öğünü iki haftada 8 tablo ve üç seramik obje daha ekleyerek portföyüme sergiye insanlıktan çıkarak hazırlandım.
Efekan’ın yeterli miktarda eseri mevcuttu seramik atölyesinde anası gibi çanak çömlekle uğraşmayıp hep figüratif çalıştığı için 60 parçaya yakın seramik eseri mevcuttu.
Kocakişisine gelince onca güzel fotoğraf arasından hangilerini bastıracağına dair düşünmesi gerekti o kadar 🙂
Aralık 18 de açıldı Toprak ve Işık
Biz,
Yaptıklarımız,


Anlatışlarımız,
Yüzümdeki kocaman gülümseme…
Şub16